Kayıtlar

everything was beautiful, and nothing hurt.

Resim
 "ben ne zamandır tiroid ilacı stoklayan birine dönüştüm?" sorusunu kendime sorarken yakaladım kendimi az önce. bir ara olmuş demek ki, ben de o esnada yılları kaçırmışım. zaten böyle oluyor, insanın hayatında bir yıl veya bir yaş geliyor; artık ne oluyorsa o esnada kapı mı çalıyor yoksa haddinden fazla uzun bir öğle uykusuna mı yatıyor, aa bir bakıyor bıraktığı yerden çok uzaklaşmış zaman algısı. benim için o mihenk taşı sanırım 2005. neden? çünkü üniversite mezuniyetimin yılı. bu da bir tuhaf: üniversite mezuniyeti. oysa ben hala her hafta (resmi izinler dışında) o okula gidiyorum. ama artık roller değişmiş. oysa sahiden değişmiş mi? bazen içimden, lisans yıllarımda yaptığımız gibi dersi boşverip taksim'e arkadaşlarımla tabu oynamaya ve sonra viktor levi'de sarhoş olana kadar ucuz şarap içmek geliyor. minik bir sorun var: eski beyoğlu viktor levi artık yok ve arkadaşlarımın da bugünlerdeki gündemi çocuklarının servis ve ders kitabı ücretleri. sonra peki diyorum, yük
Resim
ara ara yazıyorum, en çok da mevsim dönümlerinde soluklanıp buraya geliyorum. hala burayı kim okuyor pek bilemiyorum. (okuyan varsa parmağıma mum diksin- ne güzel ya, çocukluğumuzdaki kuş dili gibi bir şey bu) "sana demiştim, dünya büküldü". şimdi arkada bu şarkı çalıyor, yakın zamanda keşfettim. bugün 12 mart 2022. istanbul'a lapa lapa kar yağıyor. şaşkınım ama artık pek de şaşmıyorum pek çok şeye. neyse, dönelim neler oldu konusuna. beni tanıyanlar son yılları ve günleri biliyordur. bilmeyenler içinse şöyle özet geçeyim: pembe, beşiktaş, balonlar, baloncuklar, papyon, valentine & miu miu, seviç, pasta, evet, repliğini unutan nikah memuru, çiçekler, tohumlar, soğuk hava, çokça mutluluk, kahkaha, sevdiklerimiz, ailelerimiz, dostlarımız, öğrencilerim, canlarımız. ne kadar öngörülemez bir şey insan yaşamı, biri gelip yıllar önce söylese "ya hadi be" der miyiz acaba? (- kesin derdim!) az önce bir kere daha modern love izledim, hani üstü açık arabada eski kocası

2021.

Resim
  işte yeni yıl geldi. ve hatta yeni yılın ilk ayının ortasına geliverdik bile.  bu yıl olan 'olağandışı olaylar'dan 2020 yılını sorumlu ve hatta suçlu tutup, her şeyi 2020'ye yükleyen çokça insan oldu. 'bit artık 2020!' dediler, 'bu yılın başından daha belliydi olayların nasıl gelişeceği' dediler.  ben ise 2020'ye ve suçlanan diğer 'şey'ler neyse onlara büyük haksızlık yaptıkları kanaatindeyim. yıl sadece gelişigüzel bir rakamlandırma, bir zamanı bölme aracı değil mi dostlar, romalılar? neyse, konuyu dağıtmayayım. 2021, herkesin evlerinde karşıladığı bir şekilde geldi. sessizce, elimizdekine, hayatımızdakine, içimizdekine şükrederek girdik bu yeni yıla. sanırım insanlık olarak beklentileri düşürmenin, esas olanın 'beklentisizlik' olduğu konusunda daha bir hemfikir olduk. olan herhangi bir şey karşısında 'hah öyle mi? şahane!' der bulduk kendimizi.  adettendir, her yeni yılda yapmak istediklerini listeler insanlar, hedeflerini koy

37.

Resim
yılbaşı zamanı insanın içine sıcaklık ve mutluluk katan bir filmin ilk sahnesinde şöyle derdi: 'eğer sevgiyi görmek isterseniz, havalimanlarına gidin. orada birbirini bekleyen, kavuşan, birbirine mutlulukla sarılan insanları görünce gerçek sevgiyi oracıkta göreceksiniz'. benimki de biraz ona benzer aslında, insan nasıl bir hayat yaşayıp o herkesin peşinde olduğu mutluluk ölçeğinde nerede olduğunu görmek için eski fotoğraflarına bakması yeter gibime geliyor: neler yaşanmış, kimlerle neler olmuş, nerelere gidilmiş, neler yapılmış, geride ne gibi hisler kalmış... ben deyeni yaşıma 5 dakika kala oturdum eski fotoğraf rulosunda sırayla gezindim. ve gördüm ki gidilen yerler, yaşananlar, yenilenler içilenler, konuşulanlar, konuşulmayanlar, okunanlar, yazılanlar yani hepsiyle ne güzel yaşamışım....ne mutlu bana. dün bana erken bir sürpriz doğum günü partisi yaptılar. hem de ne sürpriz. ve şunu fark ettim: hayatın hayhuyu içerisinde debelenirken aslında ne kadar çaba harcasak da her an

bir mezuniyet daha.

Resim

'ne yaptım biliyor musun? daha çok şarkı söyledim'...

Resim
şimdi yazacaklarım, bu blogda diğer yazdığım her şeyden daha absürt ve inanması zor olacak sevgili okur, seni uyarıyorum. (ki hatırlarsan, zamanında benim dışımda kimseye ulaşmadığını düşündüğüm bu blogda 2016'da temmuz'da yaşanan o garip durumu yazmış ve o zamanlar bunun belki de en garip şeylerden biri olduğuna inanmıştım... peh...evren gerçekten de insanı şaşırtmayı seviyor.) aralık 2019'da uzakdoğu'da bir virüs çıktı ve sonra (buraları aşırı hızlı geçiyorum) bütün dünyaya yayıldı. şu anda evlerimizde oturuyor, dersleri uzaktan anlatıyor, dışarıya yemek ve ilaç almak dışında hiç çıkmıyoruz. sabahları kalkıyor, günümüzü bir şekilde geçiriyor, akşamları da uyuyoruz. gönüllü karantina diyoruz buna. birileri bizler hayatımızı idame ettirebilelim diye işlerine gidip gece gündüz çalışırken bizim yaptığımız en fazla dışarı çıkıp virüsü daha fazla yaymamak oluyor. düşünüyorum da, hayatta her şeyin tanımı ne kadar da kolay değişiyor. fedakarlık, zorluk, sıkıntı, lüt

semra.

Resim
semra'yı ilk kez henüz bebek-çocuk arası bir yaşımdayken tanıdığımı hatırlıyorum, öyle ki o zaman daha tam konuşamıyorum ve etrafımdakilerle iletişimimi genelde ağlayarak idame ettiriyorum. denizli'de, babamın doğup büyüdüğü 'köy'de tanıdım ilk onu. ben 4-5 yaşımda filansam semra en az 15-16 yaşındaydı. kabarık, karmaşık saçları vardı hep, tam olarak konuşamaz, garip sesler çıkarır, derdini de genelde sesini alçaltıp yükselerek anlatırdı. yani semra ile ben aynıydık bir nevi. ben semra'dan çok korkar, onu ne zaman görsem ağlardım. o ise, benim tüm bu hainliğime rağmen beni çok severdi, bunu da çok net hatırlıyorum. beni her gördüğünde, normalde çok net ifade edememesine rağmen kendini ağzından net bir 'esraa' çıkardı. her seferinde, kocaman gülerdi. gülerek söylediği adım beni hep ağlatırdı. semra'yı 'aklı hafif' diye, akıllarınca köy yerindeki erkeklerden daha az akıllıymış, normalmiş gibi belledikleri için ciddiye almazlar, itip ka